Kahveden Çaya; İmparatorluktan Cumhuriyete

Bugünün uluslararası kahve zincirlerini ve hemen her köşe başında bitmeye başlayan üçüncü nesil kahvecileri bir kenara koyarsak, kahvenin çay karşısında yenik düşmüş bir içecek olduğunu söylemek yanlış olmaz. Evet Türk kahvesi hala gündelik yaşamın önemli bir parçası olmayı sürdürüyor, arkadaş sohbetlerini tatlandırmaya devam ediyor. Hele bir de kahve falı var ki, başlı başına bir kültür. Ama kahvenin çay karşısında cılız ve sönük olduğunu teslim etmek gerek. Ne de olsa, standart bir güne çayla başlanıyor. Çay kahvaltıdan akşam yemeği sonrasına günlük yaşamın çok daha büyük bir kısmını kapsamayı sürdürüyor.

Oysa, bunun hep böyle olmadığını günlük sözcüklerden dahi çıkarsamak mümkün. Kahvaltı başlı başına kahvenin öncesini anlatan, tali bir öğün; adı üstünde, kahve-altı. Hele bir de kahvehaneler var – her ne kadar isminin hakkını vermemecesine, asli gıdasının çay ve sigara olmasına karşın. Yine de, bu sözcükler (kahvaltı ve kahvehane) kahvenin çay karşısındaki -en azından bir zamanlar- üstünlüğüne işaret eden çok önemli ipuçları. Peki ne oldu da, kahve çaya yenik düştü? Birkaç izahatı var…

Cevapları bulmak için Osmanlı’daki kahvehane kültürüne değin geri gitmek gerek.

Kahve tüketimi ve etrafındaki kahvehane kültürünün Osmanlı’da gelişimi 16. yüzyıla dayanıyor. Yemen’den gelen kahvenin tüketimi kentli nüfus ve elbette sarayda hızla yaygınlaşıyor. Bilhassa Sufi geleneğin kahvehanelerle ve oralardaki sosyalleşmeyle daha güçlü bir bağı var. Bu nedenle, özellikle başlarda, kahvehanelerin cami yakınlarında yoğunlaşıyor. Farklı zamanlarda getirilen yasaklarla, underground  dünyaya ait bir kültüre dönüşse de, kahvenin Osmanlı toplumunun önemli bir parçası olması hep sürdü.

Ta ki, Cumhuriyet dönemine kadar. 1. Dünya Savaşı’nın ardından kahvenin getirildiği yerler ülke toprağı olmaktan çıkınca, kahve tüketimi de giderek lüks tüketim haline gelmeye başlamıştı. Genç cumhuriyetin kendi kendine yeten ulusal bir ekonomi yaratma ülküsüyle birleşince, kahveye alternatif ‘yerli’ bir içecek arayışları hız kazandı. Çay iyi bir seçenekti; her ne kadar Anadoluda yetiştiriciliği yapılmasa da koşullar uygundu. Bilhassa Doğu Karadeniz bölgesi, hem çay yetiştiriciliği için uygundu, hem de sanayi ve ticaretin gelişmediği bu coğrafyada ekonomik gelişme ihtiyacı duyuyordu. Ekonomik zorluklar nedeniyle göçün yaşandığı bu bölgede çay üretimiyle bir canlılık getirilebilirdi.

Konuyla ilgili ilk yasal düzenleme 1924 yılında yapıldı. Devamında çeşitli teşvikler ile devlet çay üretimi ve tüketiminde önemli bir rol oynadı. Bugünkü kolektif hafızamızda yer eden ‘Rize çayı’ imgesi ilk bu dönemde oluşmaya başlamıştı. 50’li yıllara değin çayın günlük yaşamdaki yeri hızla arttı.

58547_20110909183754Çayın ucuz ve ‘yerli’ bir içecek olarak yaygınlaşması karşısında, kahve lüks tüketim olarak talileşiyordu. Bilhassa kriz zamanlarında, kahveye ulaşım daha zor ve pahalı oluyordu. Bunun en somut olarak yaşandığı dönem 55 yılındaki ekonomik krizdi. Kahve giderek daha ulaşılmaz bir tüketim malı haline gelmişti. Öyle ki; CHP seçim kampanyasında kahvenin pahalılığını dile getiriyordu. Tuhaf tarafı, bugünkü durumu da özetleyen bir siyasal söylemdi: “Kahve gitti, adı kaldı yadigar…

Bir Cevap Yazın