Türkiye’nin 1975’ten 2013 yılına değin bazı küçük kesintiler dışında düzenli bir katılımcısı olduğu Eurovision Şarkı Yarışması, Türkiye’nin Avrupalı gözler önünde arz-ı endam etmesi olarak algılandı ve özellikle 70’li ve 80’li yıllarda çok önemsendi. Bu hem ulusal kültürünü Avrupa’nın beğenisine sunması hem de Avrupalılık fantezisini sahnelemesi için bir fırsat olarak görüldü. Tam da bu nedenle başarısızlıkları ve ancak 2000’li yıllarda gelmeye başlayan başarıları önemli milli meseleler olarak toplumsal hafızada yerini koruyor.
70’ler ve 80’ler: Büyük Umutlar Dönemi
Türkiye’nin Eurovision serüveninin miladı 1975 yılında Semiha Yankı’nın Temsiliyle Seninle Bir Dakika şarkısıydı. Aslında şarkı Türkiyeli izleyicinin beğenisini kazanmıştı. Ama sadece Fas’tan gelen 3 puanla gelen sonunculuk büyük bir hüsran yarattı. Takip eden yıllarda Türkiye istikrarlı bir katılımcı olmamıştı; 1976, 1977 ve 1979 yıllarında temsil edilmedi. Ama ülke 80’li yıllarla birlikte her yıl dönemin şöhretli figürleriyle yeniden ve yeniden şansını denedi. Ajda Pekkan (1980), Neco (1982), MFÖ (1985 ve 1988), Seyyal Taner (1987) ve Kayahan (1990) gibi ünlü popüler müzik sanatçıları Avrupa yolcularının en önemlileriydi. Sanatçıların Türkiye yerelindeki popülerlikleri büyük umutlar beslenmesine yetiyordu.
Ama sonuç çok farklı olmadı. Bu dönemde Türkiye önemli bir başarı elde edemedi. Sadece 1986 yılında Klips ve Onlar grubunun Halley şarkısı 9. sırada yer alabilmişti. Hatta 1983 yılında Çetin Alp’in Opera şarkısıyla elde edilen sonunculuk (ki bu serüvende ikinci kez tecrübe edilmişti) büyük bir dalga konusu olmuştu. Avrupalı beğenilere hitap ettiği gerekçesiyle benimsenen bu şarkı bekleneni veremediği gibi, yurt sathında da beğenilmemişti. Bugün dahi dalga konusu olmayı sürdürmesinde Türkiye’nin Batı taklitçiliğinde yeni bir çıta olarak görülmesi yatıyor olsa gerek.
90’lar: Vazgeçişin Şarkıları
Bu dönemi takiben, Türkiye yarışmada yer almayı sürdürse de, birincilik iddiasını kaybetmiş gibidir. 90’larda TRT’nin Eurovision komisyonu artık tanınır olmayan sanatçıların pek de iddialı olmayan şarkılarını seçiyordu. Önceki yıllarda gelen başarısızlıklarla birleşince, Türkiyeli izleyici nezdinde de yarışmaya olan ilgi epey azalmıştı. Ne de olsa bu dönem aynı zamanda özel televizyonların peşi sıra açıldığı bir dönemdi. TRT’nin sunduğu eğlence anlayışı artık rakipsiz değildi ve halk başka eğlence formlarına daha ilgili gibiydi.
İlk Eurovision başarısı aslında bu dönemde, biraz da sürpriz olarak, geldi. Şebnem Paker’in Dinle’si 1997 yılında Türkiye’ye üçüncülük getirmişti. Şarkı pek çok açıdan çok iyi bir seçimdi. Bağlama ve ney gibi enstrümanlar, Türkiye coğrafyasına özgü çeşitli dans motifleri ve Paker’in ellerindeki ziller ‘bizden’ bir şarkıyla Eurovision’da boy göstermekte olduğumuz fikrini destekledi. Paker’in sahnede giydiği mini eteği, bazı İslamcı çevrelerde hoşnutsuzluk yaratmış olsa da, olumlu karşılanmıştı. Ne de olsa Türkiye’nin modern yüzünü göstermek gerekirdi.
Tüm bunlara Avrupa’dan üçüncülükte ifadesini bulan bir onaylanma eklenince, bu sürpriz başarı çok ses getirdi. Tabi buna bu dönemde değişen oylama sistemini eklememiz gerekir. Yarışma ilk kez bazı ülkelerde hayata geçirilen telefon oylamasıyla puanlandırılmaya başlamıştı. Avrupa’daki Türkiye kökenli göçmen işçilerin kitlesel desteği, pek de puan alınamayan Almanya, Avusturya, İsveç gibi ülkelerden puan gelmesinin önünü açmıştı.
Ama takip eden yıllarda bu başarı ivmesi sürdürülemedi.
2000’ler: “Everyway That I Can”
2000’li yıllarda ibrenin yeniden Türkiye lehine döndüğü bir dönem başladı. TRT komisyonu 2003 yılından itibaren yarışmaya daha güçlü bir şekilde katılma yönünde karar aldı. Temsilcinin seçildiği ulusal yarışma kaldırıldı. Yerine popüler sanatçıların seçildiği bir süreç geldi; tüm organizasyon ve tanıtım işleri için de büyük yapım şirketleriyle anlaşıldı. Zaten 1999 yılında ulusal dil kuralı kaldırılmıştı. Bu dönemde Sertab Erener’in ‘Everyway That I Can’i ile boy gösterilecekti. Şarkı ve Sertab Erener’in performansı bekleneni verdi. Şarkı Türkiye’ye ilk (ve son) birinciliğini getirmişti.
Aslında bakılacak olursa, bu başarı Eurovision tarihinde bir Doğu açılımının bir uzantısı gibiydi. 2000’li yıllar yarışmada eski Doğu bloğu ülkelerinin boy göstermeye başladığı ve birincilikler elde etmeye başladığı bir dönemdi. Örneğin, 2001 yılında Estonia, 2002’de de Latvia birincilik elde etmişlerdi. Zaten Avrupa Birliği’nde de Doğu bloğu ülkelerinin üyelik kazandığı bir dönüşüm yaşanmaktaydı. Bu politik ve kültürel değişim rüzgarında Avrupa Türkiye’yi de 2003 yılında gördü.
2000’lerde TRT bu profesyonel katılım stratejisini koruyarak başka başarılar da elde etti. Birincilik kazanamasa da, Athena’nın (2005), Kenan Doğulu’nun (2007) ve Hadise’nin (2009) dördüncülükleri ve Manga’nın (2010) ikinciliği Türkiye’nin başarı hanelerine yazıldı.
2012’de Gelen Veda
Ancak 2012 yılında Can Bonomo’nun Love Me Back şarkısıyla katılmasının ardından Türkiye yarışmadan çekildi. Gerekçe olarak yarışmanın oylama sistemindeki değişiklikler gösterilmişti. Halk oylamasının yanı sıra jüri sisteminin de birlikte uygulanmasına itiraz ediliyordu. Ancak 2014 yılında TRT Genel Müdürü’nün yaptığı açıklama başka kaygıların da bu kararda etkili olduğunu gösteriyordu. Yarışmada LGBTİ’lerin boy göstermesi, yöneticiler nezdinde birer hoşnutsuzluk kaynağıydı belli ki. Bilhassa 2014 yılında Avusturya adına katılan drag queen Conchita Wurst bu kaygıları tetiklemişti.
Bugüne değin, Türkiye’de Eurovision’ın bahsi nadiren açılıyor. Twitter gibi mecralarda Eurovision fanlarının yazıp çizdikleri dışında, yarışmaya güçlü bir özlemin ifade edildiğini söylemek çok mümkün değil. Ama Türkiyeli Eurovision fanları her yıl Türkiyesiz bir Eurovision’u takip etmeyi sürdürüyorlar. Bir gün yeniden o sahnede yer alınacağına olan inançla…