Yazım kurallarının bekçiliğini yapmak, hata ayıklamak ve her fırsatta dile getirmek/düzeltmek kimilerince tutkulu bir biçimde sürdürülüyor. ‘Yanlış’ ve ‘yalnız’ı doğru yazamamak, soru eklerini ayırmamak ve gerekli yerlerde şapka kullanmamanın bazı bünyelerde alerjik bir etki yarattığını düşünmek için çokça sebep var. Gerçi öyle yazım kuralları var ki; üzerinde pek de uzlaşı sağlanmış gibi görünmüyor. Örneğin altyazı, Ortaçağ ve hemşeri gibi sözcüklerin nasıl yazılmaları gerektiği konusunda Türk Dil Kurumu ve Dil Derneği farklı öneriler getiriyorlar¹. Ama bağlaç olan de/da’nın yazılışı gibi bazı kurallar var ki, basit bir yöntemle dahi yanlışın tespit edilebilmesine karşın, sıklıkla hatalı kullanılabiliyor. Haliyle, dil bekçilerinin en fazla affetmedikleri konu de/da bağlacının birleşik yazılması – zaman zaman da ayrı yazılması.
Mesele öyle önemli bir çatışma konusu ki, dil duyarlılığının önde gelen işareti haline gelmiş durumda. Kimilerine göre bu hassasiyet son derece işlevsel: Ayrı yazılmadığında, de/da bağlacı ismin bulunma haliyle (-de/da ekiyle) karışıyor ve anlam karmaşası yaratabiliyor. Ama bu konu hakkında hassasiyet geliştirmenin bir tür takıntı haline geldiği de muhakkak. Öyleyse, Türkçe polisliğinin neden bu denli yakıcı bir tartışma konusu haline geldiğini soruşturmakta fayda var. Meselenin basitçe ‘Türkçeye özen gösterme’ meselesinden biraz daha karmaşık olduğunu ve hangi sosyo-kültürel farklılıklara temas ettiğini anlamak gerek.
Önce şuradan başlayalım: De/da bağlacının yanlış yazımlarının, başlangıcını kestirmesi çok güç, uzun bir geçmişi olmalı. Ama bu yanlışta ısrar edenlerin de sebepleri yok değil: Evet, bağlaç olan de/da ayrı bir sözcük, ne de olsa bir bağlaç! Ama, tıpkı bir ek gibi, kendisinden önce gelen kelimeye bağlı olarak büyük ünlü uyumuna göre değişiyor. Bu da bazı bünyelerde oldukça kafa karıştırıcı bir etki yaratıyor. Sözlü ortamda vurguyla verilen bir anlamın yazılı ortamda nasıl karşılık bulacağı kimileri için büyük bir soru işareti.
Fakat bu kafa karışıklığının özellikle 2000’li yıllarda yakıcı bir sorun haline gelmesi bize başka şeyleri de gösteriyor: İnternet çağıyla birlikte yazılı kültürle ilişkimizin hiç olmadığı kadar genişlemesi. Facebook, Twitter, Instagram gibi mecralar her bir kullanıcısını bir medya üreticisi haline getirdikçe, insanların yazıyla daha fazla ilişki kurması kaçınılmaz oldu. Sosyal medya yazıyla farklı derecelerde ilişki kuran insanların birbiriyle yakınlaştığı bir dijital uzam gibi çalışıyor. Yeni medyada her kullanıcı hem bir medya okuru, hem dağıtıcısı hem de yazarı. Bu durum, yazıyla yakın temas halindeki fertler için biraz daha fazla olsa da, herkes için geçerli.
Türkçenin kullanımıyla ilgili tartışmalar işte bu yakınlaşma kültürünün tezahürlerinden biri aslında. Yazıyla mesafeli, dolayısıyla Türkçenin formel kurallarına yabancılık çekebilen, kişiler özenli Türkçe kullanıcılarıyla gerilimli bir karşılaşma yaşıyorlar. Diğer bir deyişle, bağlaç olan de/da’nın ayrılması etrafında zuhur eden bu Türkçe kavgasını, okur-yazarlığa tutkuyla bağlı olanlarla pek de bağlı olmayanlar arasında bir mücadele gibi düşünmek mümkün.
Bu noktada, doğruluk/haklılık payını nasıl dağıtmak gerek? Evet, dil organik bir varlıktır; kullanıcılarının ihtiyaçları ve arzuları doğrultusunda değişimine açık olunması gerekir. Ama de/da bağlacının dilsel evriminde, bu yanıt sorunun yakıcılığına çare olmuyor. Esas mesele, dilin değişiminde kimin, hangi kullanımlarının referans olacağında düğümlenip duruyor.
¹ Ama bu anlaşmazlıkta Dil Derneği çoğunlukla galip gelmiş gibi görünüyor: Google’da altyazı ve Ortaçağ sözcüklerini aratırsanız, Dil Derneği’nin önerisi olan birleşik yazımların çok daha yaygın kullanıldığını göreceksiniz. Hemşeri için ise, küçük bir farkla TDK önerisi olan hemşehri‘nin yaygın olduğu ama arada küçük bir fark olduğunu göreceksiniz.