1920 yılında Harvard Üniversitesi’nden biyoloji alanında doktora derecesi alan Alfred Kinsey, araştırma ekibiyle 40’lı ve 50’li yıllarda hem biyoloji disiplininin hem de akademik alanın sınırlarını aşan, şok edici bir çalışmaya imza atmıştı. Kinsey Raporları olarak bilinen çalışmalar 1948 yılında erkek cinselliği, 1953 yılında da kadın cinselliğine tüm çeşitliliğiyle görünürlük kazandırdı. Çeyrek milyonluk satış rakamlarına ulaşan çalışmalar evlilik-dışı cinsellik, eşcinsellik, biseksüellik, fahişelik ve çok farklı cinsel pratiğe ilişkin nicel veriler sunuyordu. Bu araştırmalar, yasaklamalar ve toplumsal normlara karşın insan cinselliğinin ‘sapkınlık’ sınırlarını sıklıkla ihlal ederek tecrübe edildiğini gözler önüne seriyordu.
Kinsey’in araştırmasının Amerikan toplumunda yarattığı en büyük şok etkisi, eşcinsellik ile ilgili bulgulardı: Araştırmaya katılan erkeklerin yaklaşık %37’si, kadınların da %13’ü 45 yaşlarından önce en az bir kez eşcinsel bir ilişki yaşıyorlardı. Ayrıca, erkeklerin %10’u hayatlarında en az 3 yıl boyunca genellikle eşcinsel ilişkiler kurmuşlardı; %4’ü ise kendilerini eşcinsel olarak tanımlıyordu. Bu bulgular hem eşcinsel hazların sanıldığından çok daha fazla tecrübe edildiği, hem de birbirlerinden keskin sınırlarla ayrışmış homo/hetero ayrımından söz etmenin olanaksız olduğunu gösteriyordu.
Araştırmanın görünürlük kazandırdığı yalnızca eşcinsellik de değildi. Örneğin, kadınların %25’i evlilik-dışı cinselliği tecrübe etmişti. Erkeklerin ise yarısı evlilik-dışı cinsel deneyim yaşamıştı. Hem kadınlar hem de erkekler yaygın ve istikrarlı bir biçimde mastürbasyon yapıyordu. Oral ve anal birleşme önemli bir cinsel haz kaynağıydı.
Kinsey Raporları öylesine büyük bir ses getirdi ki, araştırmayı coşkuyla karşılayanlar kadar kuşku duyanlar da vardı. Komünizm şüphesi ve karşıtlığının son derece baskın olduğu 50’ler Amerikası’nda, Alfred Kinsey Amerikan ahlakını çökertmek ve örtük bir biçimde komünizm propagandası yapmakla suçlandı. Bu siyasal iklimde araştırmayı fonlayan Rockefeller Vakfı 1954 yılında finansal desteğini geri çekti ve çalışmalara son verildi.
Ancak Kinsey Raporları, insan cinselliğinin düzenleyici normlara karşın muazzam bir çeşitlilikle tecrübe edildiğinin önemli bir kanıtı olarak tartışılmaya devam ediyor. Öyle ki; bu raporlar 60’ların sonlarında taleplerini yüksek sesle dile getirmeye başlayan cinsel özgürlük hareketlerinin habercisi olarak dahi anılıyor. Kinsey’in çalışmalarını Indiana Üniversitesi’ne bağlı olarak sürdürdüğü Cinsellik Araştırmaları Enstitüsü de, Kinsey Enstitüsü adıyla faaliyetlerini sürdürüyor.