Stream olarak yayınlanan Amazon Studios dizisi Transparent Aralık 2015’te yayınlanan ikinci sezonuyla televizyon tarihinin en özgün yapımlarından biri olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Emeklilik yıllarında cinsiyet geçiş sürecine girerek yaşamına bir kadın olarak devam eden siyaset bilimi profesörü Maura’nın ve ailesinin öyküsünü anlatan dizi, queer bir aile hikayesinin şahane örneklerinden biri. Dizinin queer‘liğini mutlaka teslim edip ikinci sezon için küçük bir not düşmek de gerekiyor. İlk sezona kıyasla, hikayenin odağının Maura karakterinden tüm aileye genişlediğini söylemek mümkün. Bu unsur, en çok geri dönüşlerde ortaya çıkıyor. Bu sezonda 1930’lar Berlin’ini, Pfefferman ailesinin geçmişini ve Amerika’ya göç hikayelerini de izliyoruz.
İkinci sezonda; Maura’nın kadın olmanın farklı veçhelerini deneyimlediği ve ailesine de kendini kabul ettirdiği süreç, aynı zamanda, Pfefferman ailesinin kendi kimliklerini, cinsel arzularını ve kadınlıklarını/erkekliklerini arayışlarına da daha fazla ışık tutuyor. Dizi tam da bu olay örgüsüyle -daha da- queer bir nitelik kazanıyor; zira, her bir karakter yaşamlarının önceki dönemlerinde sabitlenmiş (gibi görünen) sınırların ötesine geçiyorlar.
Her şeyin yolunda göründüğü heteroseksüel evliliğini geride bırakıp lezbiyen bir ilişkiye yelken açan Sarah, kendini yeni bir evliliğe giden yolda bulunca fazlasıyla bocalıyor. İlk sezonda da ailenin ‘kronik ergen’ çocuğu olan Ali, toplumsal cinsiyet çalışmalarında eğitimine devam etmeye hazırlanırken Yahudi gelenekleri ve Holokost tarihine merak salmaya başlıyor ve kadın bedenine yönelimini keşfediyor. Sevdiği kadınla birlikte yaşayıp baba olmayı arzulayan Josh, haham olan Raquel ile bunu yakalamayı denerken, kendi dinsizliğiyle yüzleşiyor. Ve Shelly… Dizinin mizahi tonunun en çok vücut bulduğu Shelly karakteri, ikinci kocasını kaybettikten sonra Maura’yla yeniden bir yaşam kurabilme ihtimalini zorluyor. Maura içinse, cinsiyet geçişi hem kendini kabul ettirme hem de yeni bir cinsellik deneyimini keşif süreci halini alıyor.
Dizinin ilk sezondan itibaren en keyifli yanlarından biri geri dönüşlerle karakterlerin geçmişini de anlatıya dahil etmesi. İlk sezonda daha çok Maura’nın geçmişini izlediğimiz 90’lara dönüyorduk. Morton Pfefferman olarak doğan Maura’nın evli ve üç çocuklu bir üniversite hocası olarak gizli saklı kadınlığı denediği anları izlemiştik. İkinci sezonun geri dönüşleri bu kez Maura’nın annesinden kalma bir yüzüğü takip ederek izleyiciyi 1930’lar Berlinine götürüyor. Pfefferman ailesinin geçmişinin, Nazi Almanyası’nın Yahudi karşıtlığı ve queer karşıtlığının kesişimine dayandığını izliyoruz.
Transparent, evet, daha çok cinsellikle ve cinsiyet kimliğiyle ilgili bir dizi. Trans bir kadın olma, biseksüellik, BDSM gibi temalarıyla 2. sezonda bu çok daha net bir şekilde görünür. Buna mukabil; ikinci sezon akademi, feminist aktivizm, Yahudi dindarlığı, Nazi Almanyası, marihuana, annelik/babalık gibi konuları da işliyor. Belki biraz daha queer bir gözle. Dizi, sezon sonuna doğruysa, umut verici bir sürpriz sunuyor izleyicilere. İpucu verelim: Maura’nın annesiyle karşılaştığı bölümde, Pfefferman ailesinin geçmişinden hem hüzünlü hem de umut verici bir gerçeği öğreniyoruz.