Amerika’da Alkol Yasağı ve Kokteyl Kültürü

Başlık yanıltmasın. Adına kokteyl denmese de alkollü içeceklerin karışımından farklı içki türevlerinin oluşturulması binlerce yıl öncesine dayanıyor. Bugün de pek çok yerde sayısız yayın onlarca kokteyl tarifi veriyor. Ama özellikle -adıyla özdeşleşen, daha çok gündüz saatlerinde ve evlerde düzenlenen- partileriyle (kokteyl partileri) kokteyl kültürünün yükselişinde Birleşik Devletler ve 1920-1933 yılları arasında ülke genelinde alkol üretimi ve tüketimine getirilen kısıtlamalar büyük rol oynuyor.

1920 yılının Ocak ayında alkol karşıtları ABD’de on yıllardan beridir sürdürdükleri mücadelede önemli bir başarı kaydettiler. Dönemin alkol karşıtlarının başını çektiği Andrew Volstead’in isminden yola çıkarak Volstead Yasası olarak da anılan yasa Birleşik Devletler anayasasında kabul edildi. Buna göre, %0.5’ten fazla alkol içeren ürünlerin yapımı, dağıtımı ve satışı yasaklanıyordu. Gerekçe basitti: Hızla endüstrileşmesi beklenen Amerikan toplumu artık içkiyle kafayı bulmak yerine çalışacak, üretecek ve Amerikan toplumunu ileriye taşıyacaktı. Virginia’da bir kilisede yasağı olumlayan konuşmacı şöyle diyordu:

“Varoşlar çok yakında tarihe karışacak. Hapishaneleri fabrikalara dönüştüreceğiz, koğuşlar depo ve ambar olarak kullanılacak. İnsanlar hızla ayağa kalkacaklar, kadınlar ve çocukların yüzü gülecek” [1]

Amerikan toplumunun yasağa rağmen alkol tüketmeye ne ölçüde devam ettiğine dair kesin bir veri sunmak imkansız. Ama şüphe götürmeyen bir gerçek var ki; 13 yıl süren yasak süresince özellikle hızla kentleşen bölgelerde alkol üretimi, ticareti ve tüketimi olanca hızıyla devam etmişti. Amerikalılar alkol ihtiyaçlarını karşılamak için türlü yöntemler geliştirmişti. Buna imkan sağlayansa yasadaki bir boşluktu. Alkol yasağı üretimi ve satışı sınırlandırıyordu ama pekala her bir Amerikalı evlerinde kendi kişisel tüketimleri için alkol üretebilirdi.

Yasadaki bu boşluk devasa bir ekonominin doğmasına yol açtı. Amerikalılar evlerinin mutfaklarını, banyolarını ya da bodrum katlarını küçük ve amatör alkol üretim atölyesine dönüştürmüştü. Ayrıca; alkol satışı yasak olsa da, alkol üretimi için gerekli teçhizatın satışı sınırlandırılmıyordu. Alkolün tarihini anlattığı kitabında Eric Burns bu süreci şöyle anlatıyor:

“Hemen her gece, patlama yaşayan yeni endüstriye hizmet etmek üzere pek çok mahallede küçük dükkanlar mantar gibi çoğalmaya başlamıştı. Bu dükkanlarda katkı maddeleri, maya, malt, mısır özü, tahıllar, bakır boru, kazan, varil gibi malzemeler satılıyordu.” [2]

Amerikalılar için evde alkol yapımı, zaten, yepyeni bir olgu değildi. Amerika’ya göç etmiş olan pek çok İtalyan ve Yunan göçmen geleneksel olarak evde şarap yapıyordu. Amerikalılar da vergiden kaçabilmek için evde viski üretimine yasaktan önce başlamıştı. Ama bir sorun vardı. Alışılagelen alkol zevkini evde üretilen şarap, bira ve likörlerde elde edilen lezzetle tatmin etmek çok mümkün olamıyordu. Üretilen içkilerin renkleri bulanıktı, tatları çok iyi değildi. Üstelik üretim için temin edilen endüstriyel alkol damıtılsa da, körlük ve hatta ölüm vakaları baş göstermeye başlamıştı. Yasak artık alkole susamış olan Amerikalılara fazlasıyla dar gelmeye başlamıştı. Öyleyse yasa ihlal edilecekti. San Fransisco, New York, New Orleans ve Detroit gibi kent merkezlerinde yasadışı ve gizli bir eğlence kültürü ve buna mesken tutan bir endüstri filizlenmeye başladı. Yasağa rağmen kaçak alkol ticareti örgütlenmeye başlandı. Gerritsen şöyle diyor:

“Bar Karşıtı Birlik (Anti-Saloon League) ülke genelinde 170bin kadar barın kapısına kilit vursa da, adına speakeasy denilen yepyeni içki müesseselerinin önüne tamamen geçemedi. Speakeasy’ler arka sokaklarda açılan yeni barların adıydı. Özellikle büyük şehirlerde büyük bir yaygınlığa eriştiler. Detroit’te 1925 yılında sayılarının 15bine ulaştığı tahmin ediliyor. 1930 yılının New York’undaysa 32bin kadar speakeasy’nin açıldığı düşünülüyor” [3]

Bu mekanlarda ülke içerisinde kaçak olarak üretilenler kadar ülkeye Avrupa’dan ya da Kanada’dan kaçak olarak sokulan orijinal alkoller servis edilmeye başlandı. Bu sayede, kaçak ama alışılmış lezzette servis edilen alkole ekonomik erişimi olan orta ve üst sınıf Amerikalılar speakeasy’lere akın etmeye başladı.

Bu mekanlara neden speakeasy adı verildiğine dair kesin bir bilgiden söz etmek çok mümkün değil. Ama Eric Burns’ün aşağıdaki alıntısı dönemin koşullarını da çarpıcı bir biçimde yansıttığından oldukça açıklayıcı ipuçları veriyor:

Speakeasy adının geleneksel İrlanda pub’larından geldiğine dair bazı tahminler de var; ama bu sözcük özellikle yasak döneminde kullanılıyordu. Barmen mekanın müdavimlerinin kısık sesle konuşmasını istiyordu çünkü müşteriler ne kadar kısık sesle (easy) konuşursa (speak), büyük bir olasılıkla yirmilerine henüz girmiş bir polisin ya da komşuların hareketlilikten şüphelenme olasılığı o kadar azalırdı. Belki New York gibi hareketli bir kentte bu o kadar da elzem bir konu olmayabilirdi ama başka kentlerde sessizce içmek güvenli bir biçimde içmek anlamına geliyordu” [4]

Hem evlerde hem de speakeasy’lerde alkol tüketiminin alenileşmemesi için azami çaba gösteriliyordu. Sadece polis denetiminden kaçmak için değil; toplumun genelinde saygınlığını korumak isteyen tüketiciler alkol tüketimini görünürleştirmemek istiyordu. Zaten, yukarıda belirtildiği gibi, evde üretilen içkiler hiçbir zaman istenen kalitede olmuyordu. Ve şarap ve bira gibi alkol oranı daha düşük olan içkileri evde üretmektense sert alkollü içkileri evde üretmek çok daha kolaydı. Üstelik bu içkilerle sarhoş olmak ve alkolün tadını çıkarmak daha keyifliydi. İşte bu noktada kokteyller 20. yüzyılın başında Amerikan alkol tüketicilerinin ihtiyacına hızır gibi yetişti. Kaçak içkilerin meyve sularıyla ya da meşrubatlarla karıştırılmasıyla oluşturulan  kokteyl ve adına düzenlenen partiler hem evin hem de speakeasy’lerin vazgeçilmezi haline geldi. Böylece kokteyl kadar çoğunlukla evde düzenlenen kokteyl partileri bir Amerikan kurumu olarak bilinirlik kazandı [5].

Ekonomik buhranın üzerinden birkaç yıl geçmişken artık yasak meşruiyetini yitirmişti. Yasal bir alkol endüstrisinin yaratacağı istihdam ve üzerinden sağlanacak vergi geliri yasağın kaldırılması için oldukça yeterli gerekçeleri oluşturuyordu. 1932 yılında Roosevelt’in seçimi kazanmasının ardından, halihazırda seçim kampanyasının en önemli başlıklarından biri olan bu yasak 1933 yılında kaldırıldı. Ama alkol yasağının doğurduğu bu alternatif eğlence kültürü içerisinde yaygınlaşan kokteyl popülaritesini belli ölçüde hep korudu.

[1] Slavicek, Louise Chipley (2009) The Prohibition Era: Temperance in The United States, Chelsea House Publishers, s. 50.

[2] Eric Burns (2004) Spirits of America: A Social History of Alcohol, Temple University Press, s. 192.

[3] Jan-Willem Gerritsen (2000) The Control of Fuddle and Flash: A Social History of Regulation of Alcohol and Opiates, Brill, s. 212.

[4] Eric Burns (2004) Spirits of America: A Social History of Alcohol, Temple University Press, s. 200.

[5] Slavicek, Louise Chipley (2009) The Prohibition Era: Temperance in The United States, Chelsea House Publishers, s. 98.

1 thought on “Amerika’da Alkol Yasağı ve Kokteyl Kültürü”

  1. Geri bildirim: Currywurst - Berlin mutfağının yeni meşhuru ve tuhaf hikayesi |

Bir Cevap Yazın